Bize yıllardır soft bir hikâye gibi sunulan bir mit var.
İskandinav sosyal demokrasisi…
Masaları ne kadar güzel verniklediklerinden, kapıları hep dışarı doğru açtıklarından, kimsenin birbirinin yüzüne bakmadığından, hiçbir başbakanının koruma ile gezmediğinden bahseden, bunları yücelten bir demokrasi…
Aslında İskandinavya, Protestanlığın çok geniş bir yorumu olan Lüteryenlik mezhebinin gereklerine göre bir yaşam tarzı sürüyor.
Dikkatle baktığınızda göreceksiniz (ki bakmayı bilen gözler için önemli) kutsal HAÇ bayraklarında olmazsa olmazları… 12. Yüzyıldan sonra Paganizmin en doruğunu yaşayan bu halk, 16. Yüzyıldan sonra da Protestanlık’ın en önemli kalesi haline geldi.
Lüteryenlik, tüm din psikolojisinin temel unsuru kurallar ve nizamların aksine, insan doğasının tüm sapma ve süreğenliğinin dışa vurumu olarak yorumlanması… Bunu istediğiniz yere çekebilirsiniz.
Tarih dersini uzatmadan demem o ki, bölücü örgüt sempatisi doğalarında var ve güneş batıdan doğsa bile PKK’ya destekten vazgeçmeyecekler.
O tatlı efsane de sizi aldatmasın.
Ne mobilyaları o kadar sağlam, ne de Olaf Palme suikastini engelleyebildiler.
Lafla peynir gemisi yürümüyor.